Zihnî 1787 yılında Bayburt’ta doğdu. Babasının adı Osman, kendi adı Mehmet Emin, şiirlerinde kullandığı mahlas Zihnî’dir.

Şiirleri halk arasında çok yayıldığı ve sevildiği için Bayburtlu Zihnî olarak ün yapmış; Mahlası asıl adının önüne geçmiştir. Bir "Divan" ı, bir de anılarını anlattığ, aruz ölçüsüyle yazılmış “Sergüzeştname-i Zihni” adlı mesnevisi vardır.

Aruz ölçüsüyle birçok eser bırakmasına karşın o, asıl şöhretini hece vezniyle yazdığı koşmalarına, destanlarına, hicivlerine borçludur.

Zihnî çocukluğunda Erzurum ve Trabzon medreselerinde okudu. 1817 yılında henüz yirmi yaşlarında bir delikanlı iken İstanbul’a geldi. İstanbul'da Mustafa Reşit Paşa ile yakınlık kurarak Divan-ı Hümayun kalemine girdi. Burada 11 yıl çalıştıktan sonra 1828 yılında Rus işgali başlayınca memleketi olan Bayburt'a döndü. Burada evlenerek bir süre kaldı ve harabeye dönmüş kasabaya borcunu ödemeye çalıştı.

İşgal kaldırıldıktan sonra Bayburt'tan ayrılan Zihnî Mekke, Mısır, Akkâ gibi yerleri dolaştı. Gittiği her yerde hicvedecek, taşlayacak birilerini bulduğu için de başı dertten hiç kurtulmadı. Akkâ’da bir kez daha evlendi.

1853 yılında yeniden İstanbul’a dönen Zihnî Arap eşinden boşanabilmek için bir hayli uğraştı. Boşanma sonunda kadına mehir denilen yüklü bir tazminat ödediği halde, kadın onu bir de Şeyhülislam dairesine şikayet etti. Şeyhülislam Dairesince yeniden mehir ödemeye mahkûm edildi. Bu konuyu bir şiirinde şöyle dile getirdi:

“Dağ başında soyulur herkes âh
Biz İstanbul'da soyulduk eyvâh”

Daha sonra Hopa'ya müdür olarak tayin edildi. Fakat orada da kendi deyişiyle “geceleri şeytandan borç alıp, gündüzleri bin türlü fitne çıkaran” nüfus müdürüyle takıştı. Sancak valisi Kör Galip Paşa da şaire göre aynı yaratılıştaydı. Hicvin okları Paşa'ya da değmeye başlayınca, Zihnî kendini önce İstanbul'da, sonra Kırkağaç'da buldu.

Zihnî, Kırkağaç'ta da hicivleriyle hırpalayacak birilerini bulmakta gecikmedi. Mümin Ağa adlı birinin halka ettiği kötülükler şairimizi çok kızdırdı:

"Katliâm eylemeğe şâyandır
Asra zîrâ ki Hülagü Han'dır

Hele bu asırda yoktur dengi
Alemin hasılı, Timurleng'i

Dinlemez kimsenin emrin zâtı
Emr-i şâhenşeh-i Tanzimat'ı

Zihnî'yi öfkelendirenlerden biri de Kırkağaç kadısıydı. Dersini henüz "amme" cüzüne kadar öğrenmiş bu cahil adam, şairimize göre, elde rüşvet kemiği, sürekli emmekteydi. Doğal olarak ona da sataşmadan duramazdı.

“Kapması rüşveti arslan gibidir,
Salması, pençeli kaplan gibidir”

Kırkağaç'ta Zihnî'nin hicivlerinden kaymakam da nasibini aldı ve şairimiz yineİstanbul' da buldu kendini. Sonra Of'a tayin edildi. Ancak kısa bir süre sonra, sataşacak birilerini buldu ve aynı şekilde, Of'taki görevine de son verildi.

Bu sefer azledilmek gururunu son derece incitmişti. Oradan Bayburt’a geçti. Zihnî, çok sevdiği Bayburt'ta yine uzun süre kalamadı, elli beş yaşını geçtikten sonra Trabzon'a geldi ve burada hastalandı. Ölümünün yaklaştığı sıralarda şöyle bir beyit söylediği rivayet edilir:

“Cihanda çok yaşadık, bilmedik bu yanda ne var
Ölüm geleydi gidek, bir görek o yanda ne var”

Ve "o yanda" ne olduğunu öğrenmek için çıkacağı son yolculuğun hazırlıklarını Bayburt'ta yapmak üzere Trabzon'dan yola çıktı. 1859 yılında, Trabzon'a beş saat kadar uzaklıktaki Holasa köyünde öldü ve orada defnedildi.

1936 yılında, İstanbulda’ki Bayburtlu’lar Kulübü Zihnî'nin Holasa'daki mezarından naaşını alarak Bayburt'ta, İmaret Tepesi'ne yaptırılan küçük anıt mezara naklettiler.

- 1 -

Bad-ı saba dost eline varırsan
Ya gelsin ya gidek o diyara biz
Katip arzuhalim yaz ki canana
Ayrılalı düştük ah u zara biz

Katip arzuhalim arşa dayandı
Sinem püryan oldu odlara yandı
Herkes sevdiğinden bezdi usandı
Niye kaldık böyle bahtı kara biz

Namem hem okusun hem yar ağlasın
Aşk oduna düşsün naçar ağlasın
Sinesini dövsün her bar ağlasın
Desin ki zulmettik Zihni zara biz

- 2 -

Vardım ki yurdumdan ayak göçürmüş
Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı
Camlar şikest olmuş meyler dökülmüş
Sakiler meclisten çekmiş ayağı

Hangı dağda bulsam ben o merali
Hangı yerde görsem çeşm-i gazali
Avcılardan kaçmış ceylan misali
Göçmüş dağdan dağa yoktur durağı

Laleyi sümbülü gülü har almış
Zevk u şavk ehlini ah ü zar almış
Süleyman tahtını sanki mar almış
Gama tebdil olmuş ülfetin çağı

Zihni dert elinden her zaman ağlar
Sordum ki bağ ağlar bağıban ağlar
Sümbüller perişan güller kan ağlar
Şeyda bülbül terk edeli bu bağı