Noksani mahlasını kullanan üç ayrı ozan vardır. Bunlardan biri asıl adı Ahmet Kaynar olan 1899'da Sivas'ın Kangal ilçesinde doğan ayaklarından özürlü bulunduğu için Ruhsati tarafından Noksani adı verilen ozan, bir diğeri (1922-1964)Artvin'in Yukarı Hod (şimdiki adı Yukarı Maden) köyünde doğan ve asıl adı İbrahim Muratoğlu olan Noksani’dir.

Erzurum'lu Noksani, Hasankale'li Şinasi Koç'un 1943-45 yılları arasında derleyip toparladığı ve yayınlanması için Adil Atalay'a verdiği defterdeki bilgiye göre 18. yy. ozanıdır. Asıl adı İsmail’dir. Dönemin koşullarına uyarak babası ona medrese öğrenimi yaptırır. Bu yıllarda uzun boylu ve zayıf olması nedeniyle “İnce Molla” olarak ünlenir.

Noksani'nin babası İsmail, Ağuçan Ocağından Sadık Dede'ye bağlıdır. Sadık Dede ise Elazığ'ın Sün köyünde Koca Seyyid oğullarındandır. Ocağın kökü İmam Hasana dayanmaktadır.

Günlerden bir gün Sadık Dede, taliplerinden İsmail'i görmek için Erzurum'a gelir. Ev halkı büyük bir sevinçle kendisini karşılar. Ancak içlerinde İsmail yoktur. Sadık Dede, İsmail’i sorar. Babası da "Buralardaydı. Nerede ise şimdi gelir" yanıtını verir. Biraz sonra İsmail içeri girer, ancak davranışlarında bir gariplik vardır. Onu dikkatle izleyen Sadık Dede, İsmail'deki değişikliğin hemen farkına varır. Biraz konuştuktan sonra görür ki İsmail, "Zahir ilmine" kapılmıştır. Kibirlidir. Kendinden üstün kimse olmadığı düşüncesindedir. Sadık Dede ayağa kalkar, İsmail'in iki omuzu arasına iki eli ile vurur. Dua eder. Dua bitince İsmail’in başı döner, sendeler ve yere düşüp bayılır. Ev halkı da merakla ve sessizce olanları izlemektedir. Bir süre sonra ayılır. Önce evdekilere göz gezdirir, sonra Sadık Dede'ye bakarak şu dörtlüğü söyler:

"Gönlümün ziyası, gözümün nuru
Gönlümde mihmanım sen oldun ezel
Kolumun kuvveti, dizimin feri
Ruh ile revanım sen oldun ezel"

Sadık Dede, şiiri dinledikten sonra İsmail'e ''Noksani'' mahlâsını verir. O günden sonra İsmail’de kibir ve gururdan eser kalmamıştır.

Bir süre sonra Erzurum'da Taş mağazalarda bir küçük bakkal dükkânı açarak geçimini sağlamaya başlar. Bu arada Noksani mahlasıyla sürekli deyişler söylemektedir. Kısa bir zaman içerisinde bu deyişler ve Noksani adı dilden dile yayılır.

Yıllar sonra Hasan Kale'nin Taşlıyurt köyünde eğitmenlik yapan Şinasi Koç, bu deyişlerle karşılaşır. Noksani'nin kimliği üzerinde araştırma yapar. Hasankale'nin Esende (Bad-ı Civan) köyünden Veli Beğ oğullarından Molla Mahmut ve yeğeni Bektaş'ta bir mecmua görür. Noksani'ye ilişkin deyişlerle doludur. Gene bu arada Noksani'nin bir torununun sağ olduğunu ve Erzurum Halkevinde görevli olduğunu öğrenir. Lütfiye adındaki bu torunla görüşür. Lütfiye o yıllarda (1945) seksenlik bir bacıdır. Ondan öğrendiğine göre, Noksani'nin üç çocuğu doğmuş. Rıza, İsmail, Zekiye. Rıza'dan Adil ve Zekiye, İsmail'den Ziya ile Lütfiye, Lütfiye'den ise Makbule ve Hatice diye iki kız torunu olur...

Soy böyle sürüp gider. Noksani’nin akıcı, duru bir söyleyişi vardır. Genellikle hece ölçüsünün 11' li ve 8' li kalıplarını kullanmıştır. Şiirleri Adil Ali Atalay tarafından bastırılmıştır.

Havalanıp gönül, çekme gel ceza,
Kılavuzsuz gökte uçar kuş olmaz.
Belaya sabır et, kazâya rıza,
Kişinin başına, gelmez iş olmaz.

Haline şükr eyle, sen sana bakın,
Kendinden yukarı bakmadan sakın,
Akıllı ol adın divane takın,
Divaneler sırrı her giz faş olmaz.

Kötülük edene sen iyilik eyle,
Arif ol herkesin halini söyle,
Özün hake indir alçağı boyla,
Alçak yerde bahar olur kış olmaz.

Her yere uzatma Noksani elin,
Kalbinden bilmeze bildirme halin,
Haramisi çok olursa bir belin,
Uğrama ziyandır kan hoş olmaz.