Ruhsatî Sivas'ın Kangal İlçesine bağlı Deliktaş Köyü'nde doğdu. Babasının adı Mehmet, kendi adı Mustafa’dır. Doğum tarihi bazı kaynaklarda 1856 olarak gösterilmektedir. Ancak bu tarihin doğru olmadığını Ruhsati’nin bir dörtlüğünden anlıyoruz.

“Elli birde zuhur edip
Doğup cihana geldim ben
Altmışında âşık oldum
Dalıp ummana geldim ben”

Hicrî 1251 yılı Miladî 1835 yılına tekabül ettiğine göre, gerçek doğum tarihinin 1835 olması gerekir.

Orta halli bir ailenin çocuğu olan Ruhsatî çocukluğunda bir süre medreseye de devam etti. Ancak on iki yaşında babasını kaybedince medreseyi bitiremeden, bırakmak zorunda kaldı. Babasının ölümünden sonra bir süre Deliktaş’ın zenginlerinden Ali Ağanın yanında azaplık etti. Daha sonraki yıllarda uzun bir süre çobanlık, ve çiftçilik yaparak geçimini sağlamaya çalıştı.

Ruhsatî'nin âşık oluşuyla ilgili de çeşitli söylentiler vardır. Bazı kaynaklarda halk aşıklarından Noksâni'ye çırak olduğu, saz çalmayı da Kusûri'den öğrendiği belirtilmektedir. Ruhsatî ile ilgili araştırma yapan değerli araştırmacı Doğan Kaya’ya göre saz çalmayı bilmemektedir.

Deliktaşlı yaşlılardan edindiği bilgiye göre; Ruhsatî gençlik yıllarında bir gün Kertme köyü mezrasında uykuya dalmış, rüyasında pirlerin elinden bade içmiştir. Bu olayı bir şiirinde şöyle anlatır:

“Ben değilim Hak söyletir dilimi
Bade içtim kimse bilmez halimi
Şu yalan dünyadan çektim elimi
Ummana dalan var sen n’olacaksın”

Şiir söylemeye başladığı zaman o günlerin modasına uyarak (O yıllarda Halk Şairleri Arapçalı, Farsçalı takma adlar kullanıyorlardı) ilk önceleri İcâdi ve Cehdî mahlâslarını kullandı. Daha sonra Ruhsat, Ruhsat Baba, Âşık Ruhsat, en çok da Ruhsatî mahlasıyla şiirler yazarak adını tüm Anadolu'ya duyurdu. Bu mahlası Sivas’ın Törnük köyünden Şeyh İbrahim Efendi vermiştir.

“Ruhsatî genç yaşlarda Sivas’a Şeyh Şakir Efendi’nin yanına gelir, ondan himmet ister. Şakir Efendi, Ruhsati’ye : 'Bugün bekle, yarın benim yanıma birisi gelecek, seni ona göndereyim, belki o himmet eder,' der. 'Sen sabahleyin Eğriköprü’nün oraya git. Bir kağnının üstünde kıl abalı, kıl şalvarlı, iri yarı birisi gelecek. İşte o, Törnüklü İbrahim Efendi’dir. Sivas’a buğday satmaya geliyor. Buğday pazarında buğdayı satıp benim yanıma gelin,' der.

Ruhsatî İbrahim Efendi’yi Eğriköprü’de karşılar.Kendini tanıtır. Birlikte Buğday pazarına giderler. Buğdayı sattıktan sonra Şakir Efendi’nin yanına gelirler. Şakir Efendi, İbrahim Efendi’ye durumu anlatır. İbrahim Efendi : 'Mustafa! Bugün yat, rüyanda ne görürsen bize söyle bakalım, der.' Mustafa istihareye dalar. Rüyasında yufka ekmeği yerken bir ses duyar. 'Mustafa sana ruhsat verildi!..'

Ertesi gün Şeyh İbrahim Efendi, Mustafa’nın rüyasını öğrendikten sonra şunları söyler: 'Mustafa senin ruhsatın verilmiş. Artık Şiirlerinde Ruhsatî mahlasını kullan.' O günden sonra Ruhsatî mahlasını kullanan ozanımızın, şiirlerinde en çok Karacaoğlan'ın izleri görülür.

Yine 17. Yüzyılın güçlü temsilcilerinden Aşık Ömer ve Gevherî' de Ruhsatî’nin etkilendiği ozanlardır.

Ruhsatî’nin en çok emek verdiği ozanlar ise oğlu Minhacî, çırağı Meslekî’dir. Zakirî, Emsalî ve Tabibî Dilhanî, Ehramî, Firakî, Gafili Hamza, Hitabî, Kelamî, Kenanî, Memiş Eroğlu, Muzaffer, Nedimî gibi aşıklar da Ruhsati'yi usta kabul etmişlerdir.

İstediği gibi bir eğitim alamayan âşığın en büyük düşmanı cehalettir. Ona göre insanı insan yapan en önemli özellik eğitim ve terbiyedir. Bu düşüncelerini şiirlerinde de sıkça işlemiştir. Ruhsatî, şiirlerinde anlatmak istediği düşünceleri usta bir söyleyişle dile getirmesini bilmiştir.

Şiirlerini 8, 11, 14 ve 15 hece ile söylemiştir. Aruz vezni ile de şiirler yazmışsa da bunda hece ölçüsündeki kadar başarılı olamamıştır. Ruhsatî çok zeki ve hazır cevap bir âşıktır. Bir gün köy halkından birkaç kişi;

-Sümmani mi üstün sen mi, diye sorarlar. Ruhsati de onları meraktan kurtarmak için Sümmani’ye bir mektup yazarak Erzurum’a gönderir. Mektubun bir yerinde;

-Bana Erzurum’dan bir tosun al ama rengi beyaz olmasın, sarı olmasın, kara olmasın, boz olmasın… diye bütün renkleri yazar ve mektubun cevabını bekler. Aradan haftalar geçer; Sümmani’den cevap gelir. Mektupta şunlar yazılıdır:

-İstediğin tosunu aldım. Almak için pazartesi gelme, Salı - Çarşamba gelme, Perşembe - Cuma gelme, Cumartesi - Pazar da gelme, başka ne zaman gelirsen gel, tosunun hazır. Ruhsatî, Sümmani Baba’nın yanına gider.O;

- Bugün günlerden ne, Çarşamba. Ben sana bugün gelme demedim mi? Deyince Ruhsatî, oradakilere sorar. Onlar da bir ağızdan;

- Bayram, cevabını verirler!..

Eşlerinin ölümleri nedeniyle dört defa evlenen Ruhsatî'nin bu evliliklerinden yirmi üç çocuğu olmuştur. Ancak bunlardan çoğunun ölümünü görmüş, acılarını yaşamıştır. Ömrünün tamamını doğduğu köyde geçiren Ruhsatî, 1911yılında vefat etmiş; doğduğu köy olan Deliktaş'ta defnedilmiştir.

Deyişlerinden örnekler:

- 1 -

Daha senden gayrı âşık mı yoktur,
Nedir bu telaşın vay deli gönül.
Hele düşün devr-i Adem'den beri,
Kimler geldi geçti say deli gönül.

Günde bir yol duman çöker serime,
Elim ermez gidem kisb ü kârime,
Kendi bildiğine doğrudur deme,
Gel iki kamile uy deli gönül.

Bu yalan dünyadan umudunu üz,
İnanmazsan gel kitaba yüz be yüz,
Evin mezaristan malın bir top bez,
Daha duymadıysan duy deli gönül.

Gördüm iki kişi mezer eşiyor,
Gam kasavet gelmiş boydan aşıyor,
Çok yaşayan yüze kadar yaşıyor,
Gel de bu rüyayı yoy deli gönül.

Bir gün bindirirler ölüm atına,
Yarın iletirler Hakk'ın katına,
Topraklar susamış adam etine,
Hep ağzını açmış hey deli gönül.

Mevlam kanat vermiş uçamıyorsun,
Bu nefsin elinden kaçamıyorsun,
Ruhsatî dünyadan geçemiyorsun,
Topraklar başına vay deli gönül.

Üz: Çek. Mezer: Mezar. Yoy: Yor. Yorumla.

- 2 -

Acep sizler hangi ilden gelirsiz,
Bir haber sorayım durun durnalar.
Sılada yarimden neler bilirsiz,
Bana bir teselli verin durnalar.

Gönüller perişan feleğin eğri,
Dayanmaz cevrine aşığın bağrı,
Yolunuz uğrarsa o yare doğru,
Üstüne kanadı gerin durnalar.

Eski sözlerinde yarim durursa,
Gözlerimin yaşı bir gün kurursa,
Yolunuz o yana doğru varırsa,
Ayrılık nicedir sorun sorun durnalar.

Ruhsati sorarsa yanıyor bağrı,
Gamınla bulandı gönülde ağrı,
Haydi varın gidin o yare doğru,
Önüne derdimi serin durnalar.

- 3 -

Er kalkan âşıklar menzile yetti
Sen de tedarikin gör yavaş yavaş
Geçti nevbaharım hazan erişti
Yağar dört yanıma kar yavaş yavaş

İşe güce varmaz oluyor elim
Başa geleceği söylüyor dilim
Bin yıl ömür sürsen encamı ölüm
Değer musallaya ser yavaş yavaş

Alıyor serimi dert ile firak
Vefasız dünyanın yakasın bırak
Uzaktır yolların menzilin ırak
Kaim et yükünü var yavaş yavaş

Ruhsatî menzile varmak gerektir
Susuzdur çölleri bardak gerektir
Ağuyu kesmeye tiryak gerektir
Sokmadan vücudu mar yavaş yavaş

Mar: Yılan.

ihsanozturk.com